Son birkaç yıldır cumhuriyet tarihinin tanık olmadığı sıklıklar ile Afrika ülkelerine ziyaretler düzenleyip diplomatik ilişkileri geliştirme uğraşı veriyoruz. Bu ilişkilerin yerli ve yabancı muhalifleri her ziyaret öncesi ve sonrası Türkiye’ye çeşitli manipülasyonlar ve operasyonlar yapıyorlar. Orada ne işiniz var diyen Avrupa’yı anlıyoruz ama oralarda ne işimiz var diyen muhalif güruhu anlamakta zorluk çekiyoruz.
Öncü ve önder bir “Müslüman Ülkenin” sancağını takip etmeyi asır zamandır acılar içinde bekleyen Afrika’nın büyük bir bölümü Türkiye’yi rol model alıyor, tarihi ve manevi bağlarını tazelemek için fırsat kolluyor. Şimdilerde bu bekleyişlerin reaksiyonlara dönüştüğü zamanlardayız. “Hürriyet ve İslam Sancağı” uğruna yükselen seslerin tarihe kazındığı bir meydan okumanın misalini sizlere hatırlatarak aktarmak istiyorum.
Senegalli bir yazar ve yönetmen olan Ousmane Sembene, kendisine alanında bir ödül verilmek üzere davet edildiği İngiltere’de kraliyet ailesinin karşısına çıkıp, II. Elizabeth’in gözlerinin içine bakarak ”Sizi Afrika'dan silene kadar savaşacağız” ifadelerini kullanmıştı.
İşte yazarın kendi hitabından Hürriyete yükselen derin çığlığın paragrafları şöyleydi:
1997 İngiliz Kraliyet Ailesi - Özel Onur ödülü gecesinde kraliçenin gözlerinin içine bakarak, sayın baylar ve bayanlar;
Konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim. Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan payelendiriliyorum. Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler.
İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise; Bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.
İngilizlerin dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler. İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizlerin kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı; evlatlarımızı savaşçı yaptı. Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar.
Hastalıklar yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımızı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler. O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler.
Kendilerini temizlemek için sanatçılarına fikir adamlarına; sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini yaptırdılar. Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı için bizleri öldürdüler.
Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler. Her gelen gemiden; kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı. İlk gelenler zulüm ettiler, arkasından gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenlerde aynı sistemle hala işgale devam etmekteler.
Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz. Emperyalist sisteminizde geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul etmiyoruz. Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi ret ediyoruz.
Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz. Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz.
Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı, felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını, hukuk adına yaptığınız bütün şövenistliklerinizi ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır.
Siz kabul etmesiniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur. İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur" cümleleri ile hitabını tamamlar ve ödülü almadan salondan ayrılır…
Bu tarihi hitap bir davetiyedir, özüne dönüşün ve kopan bağların tazelenmesini uman derin çığlıktır. Bugünlerde “Sözde Adalet Yürüyüşleriyle” asfaltlarda operasyonlar arşınlanan Anadolu’nun 600 yıllık adaletine inanan toplumların kaderin mevsiminin bahara dönüşünü sabırla bekleyişidir…