Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, TGRT Haber ekranlarında yayınlanan ‘Neler Oluyor?’ programına konuk oldu. İhlas Haber Ajansı ve TGRT Haber Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar’ın sorularını cevaplayan Çelik, gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başkanlık sistemi ile ilgili çıkışı üzerine yaşanan polemiklere değinen Çelik, “Bahçeli ne demek istediğini çok net açıklıyor. Ona çok fazla zam ve tenzilat yapılıyor ama biz söz tenzilatsız alırsak tablo açık. Siyasi parti demek halkın talebini devlet yönetimine yansıtan otorite demek. Sayın Cumhurbaşkanımız halkın doğrudan oyuyla seçilmiş durumda, Sayın Cumhurbaşkanımız halkın oyuyla seçilirken bu durumları yaşadık, diğer cumhurbaşkanı adaylarıyla birlikte halka birtakım vaatlerde bulundu. Hatta hatırlasanız o sırada milletvekilleri meclisteydi, meclisteki tatile bile ara verilmedi. Sayın Cumhurbaşkanı kampanyayı tek başına yürüttü. Tüm bu süreç içinde Sayın Cumhurbaşkanımız 2002’den beri ortaya koyduğu bütün siyasi perspektifi cumhurbaşkanlığında nasıl şekillendireceğini, nasıl taşıyacağını gösterdi. Arkasından hatırlar mısınız, cumhurbaşkanı olduktan sonra Meclis’te yaptığı ilk konuşmada her partinin arkasında duracağını, her partiyi yakın bir şekilde takip edeceğini söyledi. Cumhurbaşkanlığı makamı halkın doğrudan seçmesi ile birilikte hem kimyasal olarak, hem reflekssel olarak nitelik değiştirdi. Şimdi birincisi bu dolayısıyla burada bir makas var. Cumhurbaşkanlığı makamı ile halk tarafından seçilen Başbakanlık makamı arasındaki mesafenin düzenlenmesi gerekiyor" şeklinde konuştu.
“BİZDEKİ CUMHURBAŞKANLIĞI MESELESİ, 12 EYLÜL’DEN SONRA SEÇİLMİŞ İKTİDAR ÜZERİNE VESAYET KURMAK OLARAK TANIMLANDI"
"Bizdeki cumhurbaşkanlığı meselesi aslında, özellikle 12 Eylül’den sonra seçilmiş iktidar üzerine vesayet kurmak olarak tanımlandı" diyen Çelik, "Bunun iki tane istisnası oldu geçmişte. Birincisi rahmetli Özal, diğeri de önceki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül. Bunlar son derece demokrat kişiler oldukları için bu vesayet sitemini devlet yazılımı adına, milletin haklarının kısıtlanması olarak işlevselleşmesine izin vermedi. Rahmetli Özal’ın ve Abdullah Gül’ün devlet adamlığı kişiliğinden gelen bir şeydi bu. Cumhurbaşkanlığının yapısı tam tersi bir yapı üzerine zorluyordu. Nitekim çeşitli meseleleri de gördük. 11. Cumhurbaşkanımız hatırlarsanız resepsiyon düzenlenmeden köşke alındı. Bunların aşılması için de hem devlet millet hayatını sıkıntıya sokmayacak ama aynı zamanda da sivil reflekslerin önünü açacak bir takım formüllerle ortaya çıktı onlar” değerlendirmesinde bulundu.
“CHP, HER TÜRLÜ SİSTEM TARTIŞMASINI REJİM TARTIŞMASINA DÖNÜŞTÜRME APARATI OLARAK İŞLEV GÖRMÜŞTÜR"
Türkiye’de meydana gelen sistem tartışmalarının yıllardır bir rejim tartışmasına dönüştürüldüğünü aktaran Çelik, “Cumhurbaşkanını halkın doğrudan seçmesi şu demektir; halk yeni bir siyasi özlem duyma durumu yaratmıştır ve siyasi özlem duyma durumunda da ağırlıklı gücü cumhurbaşkanına vermiştir. Dolaysıyla sisteminde buna göre düzenlenmesi gerekir. Bizde maalesef sistem tartışmaları öteden beri statükoyu güçlendirmek için anında bir alt yazılı rejim problemine dönüştürülür. Milli Eğitimle ilgili bir şey konuşursunuz hemen bunu rejim tartışmasına dönüştürür, bununda geçmişten beri özel bir aparatı vardır Türk siyasi hayatında, geçmişten eri bu aparata CHP diyoruz. Her türlü sistem tartışmasını rejim tartışmasına dönüştürme aparatı olarak işlev görmüştür. Nitekim 27 Nisan Bildirisi verildiğinde Milli Eğitim Bakanlığı’nda bir takım müdahalelerden bahsediliyordu. Genelkurmay Başkanısınız siz, size ne Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki uygulamalardan. Bir Genelkurmay Başkanı halkın iradesine müdahale ediyor, daha yakın zaman olduğu için söylüyorum. Ne diyor, nasıl bir cumhurbaşkanı istediklerinin profilini çizmeye kalkıyor. Sistem şunun üzerine kurulmuştur; seçilmiş iktidarı kısıtlayacak ve denetleyecek bir cumhurbaşkanı, bir de anayasanın ve sivil siyasetin üstünde kırmızı kitap denilen, milli güvenlik siyaset belgesi denilen bir belge vasıtasıyla bir gizli yazılım. Gelinen noktada fiilen bunu değiştirdi halk. Merkez sağ, merkez sol bütün kavramları değiştirdi halk ve toplumsal merkezle siyasal merkezi yeniden inşa etti” ifadelerini kullandı.
Çelik, AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye’nin devlet yazılımının değiştiğini söyleyerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bir takım partiler var o zamanki Refah Partisi, o zamanki Milliyetçi temelde siyaset yapan partiler gibi ama bunlar kitleselleşemiyorlardı, siyasi parti kavramı bunlar çok ideolojik oldukları için o dönemin MHP’sine, Refah Partisi’nde hepsi siyasi cemaate dönüşmüştü. Bunun karşısında ise her türlü siyasi fikirden boşanmış DYP ve ANAP gibi siyasi şirkete dönüşmüş siyasi partiler vardı. Ortada bir demokratik toplum talebini, siyasi temsile dönüştürmek üzere siyasi parti kavramı kalmamıştı. Siyasi şirketlerle, siyasi cemaatler arasında bir şeye dönüşmüştü siyasi hayat. Vatandaş 2002’de bütün bu sistemi değiştirdi ve ilk defa öyle bir siyasi fikir talebinde aynı zamanda kitle partisi. Siyasi fikri neydi bu partinin muhafazakar demokratlık aynı zamanda kitle partisi oldu. Demek ki kitleselleşmek için siyasi fikirden vazgeçmek gerekmiyordu. Siyasi fikre sahip olmak da kitleselleşmekten uzaklaşıp bir siyasi cemaate dönüşmeyi sağlamıyordu. Böylesi özel bir denge kurdu AK Parti. O dönemden sonra halkın doğrudan özne olarak siyasetin kimyasına, devlet hayatının yazılımına ikinci müdahalesi olarak görüyorum cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesini.”
“CHP, O HALKA SORMAMAK ÜZERE KONUMLANMIŞ BİR SİYASİ APARAT"
CHP’yi hiçbir şeyi halka sormamakla eleştiren Çelik, Devlet Bahçeli’nin ise siyaset yapmanın gereğini yaptığını ifade etti. Çelik konuşmasında şunları kaydetti:
“Bu devlet yazılımının değiştirilmesidir. Aplikasyonları siyasi partiler gibi düşünün, değişik zamanda vatandaş değişik aplikasyon kullanabilir ama yazılımın değişmesi doğrudan halkın özne olmasıyla ilgili bir durumdur. Siyasi partinin esas meşruiyet kaynağı, referans kaynağı her türlü faaliyetinin belirleyicisi halktır. CHP hiçbir şeyin halka sorulmasını istemiyor. Kendi varlık sebebine karşı çıkıyor. Bahçeli burada siyaset yapmanın gereğini yerine koydu. Bahçeli’nin dediğini ‘şu sisteme destek verdi, AK Parti’yle yan yana durdu, AK Parti’nin karşısında durdu’ tartışmalarının dışında konumlandırmak istiyorum. Halka sorulması gereken bir mesele var, siyasetçinin görevi de halka sorulmasını kolaylaştırmak. CHP niye saldırıyor, çünkü o halka sormamak üzere konumlanmış bir siyasi aparat.”
“BU ÇARKIN DÜZELMESİ GEREK"
Başkanlık Sistemi hakkında kurulan komisyonda geçekleştirilen çalışmalara değinen Çelik, “2011’den önce bu çalışmalar vardı. 2011 seçimlerinden çıkınca benim başkanlığımda bir komisyon kuruldu. O komisyonda Başbakan Yardımcısı, Adalet Bakanı ve diğer arkadaşlar vardı. Partileri ziyaret edip böyle bir süreci başlatacağımızı söyledik. İlk uzlaşma komisyonu süreci öyle başladı. Bu konuyla ilgili yaklaşık 5 senedir partide benim başkanlığımda yürüyen bir komisyon var. Bizim gerek Başkanlık Sistemi’yle ilgili, gerek başka konularla ilgili çalışmalarımız hazır. Bunların sadece güncellenmesi gerekiyor. Benim bu tartışmalarda rahatsız olduğum şey, biz etiketleri çarpıştırıyoruz. Bir kısım ‘parlamenter sistemi savunuyorum’ diyor başkanlık sistemine karşı çıkıyor, bir kısım da ‘Başkanlık Sistemi’ diyor, Parlamenter Sistem hakkında yeterli izahatta bulunmuyor. Biz niye Başkanlık Sistemi diyoruz, bu sistem krizini görüyoruz. Bizim görevimiz sistemin siyaseti, toplumu aşağı çekilmesi değil, tam tersine kolaylaştırıcı olması. Tartışmamız gereken şey şu, Başkanlık Sistemi’ni istemeyenler diyor ki ‘bu otoriterleşmeye götürür.’ Esasına bakarsanız Başkanlık Sitemi’nde başkanın yetkileri cumhurbaşkanınınki kadar olmayacak veya şuan ki başbakanınki kadar olmayacak. İkincisi de denge, denetleme sistemi açısında bakarsanız deniyor ki ‘Bu hiçbir zaman Recep Tayyip Erdoğan gibi bir halk adamının doğrudan seçileceği bir sistem olarak düşünülmemiş, yetkiler ve diğer organizasyonlar Kenan Evren gibi birinin vesayet sistemi olarak makamı olarak düzenlenmiş. Dolaysıyla Parlamenter Sistem’le uyuşmayacak aşırı yetkiler var.’ Dediğim gibi bu böyle oldu bugüne kadar, sadece Rahmetli Özal ve 11. Cumhurbaşkanımız bunun istisnası oldu. Bu çarkın düzelmesi gerek” diye konuştu.
Türkiye’de hakikaten bir Parlamenter Sistem geleneği var mıdır? Öyle bir şey görmüyorum” ifadesini kullanan Bakan Çelik, darbelerin parlamenter sistemi akamete uğrattığını kaydetti. Çelik, “Türkiye’de hakikaten bir Parlamenter Sistem geleneği var mıdır? Öyle bir şey görmüyorum. O sık sık darbelerle akamete uğratıldı. Bizatihi sistem Türkiye’de buna derin devlet der kimisi, başka bir şey de darbeler bir parlamenter geleneğin oluşmasını engelledi. Parlamenter Sistem Türkiye’de ilk defa ve kesintisiz bir şekilde AK Parti zamanında işletildi bunun cevabını da sistem AK Parti’ye kapatma davası olarak verdi. 27 Nisan muhtırası olarak verdi ve kamuoyuna yansımamış bir sürü kriz olarak verdi. Bugün geldiğimiz noktada şunun adını koymak lazım. Türkiye Cumhuriyeti içinde şu anda bulunduğu makamlar ve gösterdiği performans halinde devleti ve milletin dosyalarına en hakim kişi Sayın Cumhurbaşkanı mıdır. Avrupa Birliği dahil olma üzere yakın coğrafyada dünyada en deneyimli devlet adamlarındandır. Yönettiği krizlere bakın ilgilendiği dış politika konularına bakın. Şimdi siz böylesine kapasiteli bir siyasi kişiliğe ‘sen cumhurbaşkanı oldun bir kenarda dur’ demeniz hangi mevzuata referans yaparsanız yapın eşyanın tabiatına aykırı. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanımız halkın karşına geçip ‘ben hiçbir şeye karışmıyorum bundan sonra’ dese halkımız buna müsaade etmez. Başkanlık sistemi konusundaki tartışmanın şuraya çekilmesi lazım. Bir kere yapısal bir bozukluk. Bir değişiklik gerekiyor. Buna biz Başkanlık Sistemi’ni öneriyoruz” açıklamalarında bulundu.
“TÜRKİYE’NİN KURUCU PARTİSİ OLDUĞUNU SÖYLEYEN PARTİNİN SİYASETÇİLERİ TÜRK TİPİNİ KÖTÜ BİR ŞEY OLARAK DAMGALIYOR"
Çelik, Parlamenter Sistem ve Başkanlık Sistemi’nin getirdiklerinin kıyaslanması gerektiğine vurgulayarak şöyle konuştu:
“Parlamenter Sistem ve Başkanlık Sistemini etiket olarak tartıştırmayalım, istikrarı hangisi daha çok temin ediyor, kuvvetler ayrılığı konusunda hangisi daha yetkin, insan hakları ve hukuk devleri ilkelerini hangisi daha çok sağlıyor, denetim ve denetleme mekanizmaları hangisinde daha güçlü. Bunları istemenin karşısında ne talep edilirse edilsin doğru karşılanmaz. Bizim AK Parti olarak istediğimiz kuvvetler ayrılığını güçlendirmek, denge, denetleme mekanizmasını güçlendirmek, istikrarı sağlayacak şekilde bir Başkanlık Sistemi’ni temin etmek. Federasyon olacak veya çift kamaralı meclis olacak gibi vatandaşların kafasını karıştıracak sözler söyleniyor. Biz Türk tipi derken Türkiye’nin kurucu partisi olduğunu söyleyen partinin siyasetçileri Türk tipini kötü bir şey olarak damgalıyor. Halbuki Türk tipi deyince, milli bir şeyden bahsedince onun evrensel olanla çatışması gerekmiyor. Başkanlık Sistemi olduğunda zorunlu olarak federatif yapı olmayacak ve biz üniter devlet yapısından bahsediyoruz. Almanya’da federal yapı var ama Başkanlık Sistemi yok. Amerika’da federal yapı ve Başkanlık Sistemi var. Her ülkenin kendi kültürel yapısıyla ve tarihsel koşullarıyla şekillenen bir şey. Sistem üzerinde çalıştığınız zaman göreceğiniz şey, Başkanlık Sistemi’nin en yetkin ve birikimin olduğu Amerika’daki haliyledir. Sayın Başbakanımız ‘tarih vermek doğru değildir’ dedi. Biz çalışmalarımızı yapıyoruz. Bu nihayetinde TBMM’ye gelecektir, tartışılacaktır. AK Parti tüm bunları gözeterek yapacaktır. Tabi ki hazırlıkları var. Biz burada hem vatandaşlara, hem de gelecek nesillere karşı sorumluyuz.”
“FETÖ, DAEŞ’İN YAPTIĞI VAHŞETTEN DAHA BÜYÜK BİR VAHŞETE İMZA ATTI"
Konuşmasında FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesi tartışmalarına değinen Çelik, Fetullah Gülen’in Usame Bin Ladin’den çok daha tehlikeli olduğunu belirterek, “Aramızdaki suçluların iadesi anlaşması kapsamında bu söylediğiniz nokta önemlidir. İade edilmese bile tutuklanması gerekirdi. Müttefikimizden Amerika Birleşik Devletleri, bu konudaki yanlış yaklaşımın altını sürekli çiziyoruz. Şunu unutmamak gerekir bu yapı herhangi bir şekilde dini irşat örgütü olarak adlandırılamayacak bir yapı. Özellikle Arap Baharı’ndan sonra ortaya çıktı dini referanslar kullanılan örgütler, Pakistan’dan Fas’a kadar bütün bu coğrafyanın üzerinde istikrarsızlaştırıcı bir rol oynuyor. Bu da sapık bir anlayış üzerinde askeri bir diktatörlük kurmaya çalışan bir örgüt. İki şeyi birbirine karıştırmamak lazım, bu tip yapıları sivil alanda faaliyetlerini sürdürdüğü müddetçe, ulusal alanda toplumsal barışı tehdit etmediği müddetçe, devlet hayatı içinde bir devletçik olarak ya da paralel devlet olarak örgütlenmesi halinde buna karşı alınacak önlemler vardır. Daha önce de söylemiştim Bin Ladin’den daha tehlikelidir. Türkiye için bir El Kaide, DEAŞ örgütüdür diye. DAEŞ’in yaptığı vahşetten daha büyük bir vahşete imza attı. Vatandaşımız büyük bir liderlik göstermeseydi, Cumhurbaşkanımız büyük bir cesaret göstermeseydi çok daha büyük bir katliama imza atacaktı. Bu bir puzzle örgüt, dünyadaki tüm terör örgütlerinin belli vasıflarını toplamış, adeta bununla ilgili olarak bazen sosyal yapılara benziyor, bazen siyasal yapılara benziyor, bazen, silahlı terör örgütlerine benziyor. Eğer bu şahıs Türkiye’ye iade edilmezse terör konusunda paylaştığımız ilkesel tutuma zarar vermiş olur. Bu bir beka meselesidir, devlet yoksa demokrasi de olmuyor, hukuk devleti de olmuyor herhangi bir şekilde hiçbir zemin bulamıyoruz. Her darbe rejimi değiştirmeye dönüktü, Fetullah Gülen’in yönettiği darbe girişimi diğerlerinden farkı rejime değil doğrudan milletin iradesini alıp gayrı milli unsurlara teslim etmeye yönelik bir çabaydı bu. Dolayısıyla bu konuda taviz vermeyeceğiz” dedi.
“BİZ SURİYE’DE SURİYELİLİK, IRAK’TA IRAKLILIK YAPIYORUZ"
Türkiye’nin sınır ötesinde gerçekleştirdiği operasyonların emperyalist bir amaç gütmediğini vurgulayan Çelik, “Cumhurbaşkanımızın söylediği cümleleri yan yana koyup entegre bir şekilde değerlendirmek lazım. Şimdi her zaman altını çizdiği şey ‘Irak ve Suriye’nin tek karış toprağında gözümüz yok.’ Bunun üzerine Misak-ı Milli veya ahtı milliden bahsettiği zaman bu ikisini beraber değerlendirmek lazım. Emperyalist bir şey değil, herhangi bir şekilde toprak talebi değil ama bizim bir varlık sebebimiz olarak normal olarak ilgilenmemiz gereken coğrafyalarla etnik, mezhebi hangi unsurla olursa olsun insani ve siyasi düzeyde ilgilenmemizle ilgili. Sınırdan içeriye baktığımızda 30 kilometrelik bir derinlikte yani Musul’dan Halep’e doğru bir çizgi çekin o alanda yerleşen her terör örgütü bizim için bir güvenlik tehdidi oluşturur. Afşin, Kobani, Kamışlı bütün bu bölgede YPG’nin yerleşmesi, PYD’nin yerleşmesi, PYD’nin oradaki Kürt sorununa yönelik yürüttüğü bir faaliyet değil. Oradaki Kürt insanını da temsil eden bir hareket değil bu. Biz Suriye’de Suriyelilik, Irak’ta Iraklılık yapıyoruz, Türk dış politikasının esası o bölgedeki refah temelinde o bölgelere yaklaşmaktır ama ilk Özgür Suriye Ordusu’na karşı Esad’ın askerleri o bölgeleri PYD’ye terk etti. PYD’nin oradaki hareketliliği Esad’la ilgili bir harekettir” ifadelerini kullandı.
“MÜSLÜMAN VE HRİSTİYANLARIN DA HAMİSİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’DİR"
Türkiye’nin Orta Doğu’da Sünni mezhepçiliği yaptığı iddialarının gerçek dışı olduğunu ifade eden Çelik, “Bizim herhangi bir guruba Şii veya Sünni diye karşıtlığımız, yakınlığımız olamaz. Mezhepçi gurupların bölgeye getirdiği şey felakettir. AK Parti hükümeti Sünni mezhepçiliği yapıyor da Şii mezhebine karşı duruyor gibi bir propaganda yapılıyor, doğru değildir. Biz iktidara gelene kadar hiç görüşme yapılmamıştır Şii guruplarla, bunlarla görüşmeleri ilk başlatan biziz. Türkiye’deki HDP’nin siyasi üslubu Türkiye Cumhuriyeti’ni Kürtlere karşı gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki Kobani olayları olduğunda Rudaw Haber Ajansı’na Suriye’deki Kürt guruplar açıklama yapıyorlardı. ‘Biz orayı kurtarmaya gitmek istiyoruz PYD bizi orya sokmuyor’ diye. Karşı olunan şey PYD/PKK terör otoritesi oluşmasıdır. Biz burada herkese kucak açıyoruz, açık sınır uygulaması yapıyoruz, gelene mezhebini sormuyoruz. Ezidilerin en büyük hamisi Türkiye Cumhuriyeti’dir, Kürtlerin, Türkmenlerin, Arapların en büyük hamisi Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bırakın mezhepleri, Müslüman ve Hıristiyanların da hamisi Türkiye Cumhuriyeti’dir bu mazlum coğrafyada. Biz kendi kendini yöneten Iraklıların egemen olduğu bir Irak, nasıl ki Şii mezhepçiliğin egemenliğinde tek tip bir Irak istemiyorsak, aynı şekilde Sünni mezhepçiliği ya da herhangi bir etnik temelde de tek tip Irak istemiyoruz” diye konuştu.
“VİZE SERBESTİSİ KONUSUNDA OLUMLU BİR ADIM ATMAZSAK..."
Vize Serbestisi ve Geri Kabul Anlaşması hakkında gelinen son noktaya da açıklık getiren Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Onlar son tekliflerini bize gönderdi. Bununla ilgili çalışıyoruz ama bizim terör yasamızda paradigma değişikliği yapmamız söz konusu değil. 55, 65 ülke DAEŞ’le savaşıyor herhangi bir şekilde başarı sağlayamadı. İlk defa Türkiye’nin operasyonları sonucunda Avrupa Birliği sınırı, NATO sınırı DEAŞ’tan temizlenmiş oldu.Burada bir güvenlik zaafı oluşturamayız. Kişisel verilerin korunması gibi başka konularda olumlu yaklaşımlarımız var. Doğal başarısı yılsonuna kadar gerçekleşir diye düşünüyorum. Eğer Vize Serbestisi konusunda olumlu bir adım atamazsak, Geri Kabul Anlaşması’nın da doğal ölümü gerçekleşmiş olacak.”
(İHA)