"600 bin insanı öldüren katilden mi izin alacağız"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fırat Kalkanı harekatı için Suriye rejiminden izin alınmadığı eleştirilerine, "600 bin insanı öldüren bir katilden mi izin alacağız" dedi.Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde 81 ilin valisini kabul eden ve valilerle...

banner279
08 Eylül 2016 Perşembe 17:57
"600 bin insanı öldüren katilden mi izin alacağız"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fırat Kalkanı harekatı için Suriye rejiminden izin alınmadığı eleştirilerine, "600 bin insanı öldüren bir katilden mi izin alacağız" dedi.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde 81 ilin valisini kabul eden ve valilerle birlikte yaptığı toplantının ardından konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Suriye topraklarında gözü olmadığının altını çizerek, “Biz 20 milyon kilometrekareden 780 bin kilometrekareye kadar küçülmüş olan bir devletiz, bir milletiz. Biz tokluğu gördük. Şuanda kimsenin topraklarında gözümüz yok” diyerek herkesin haddini bilmesi gerektiğini söyledi.
Gerek FETÖ, gerekse PKK terör örgütü ile mücadelenin önemli bir boyutunu da kamu kurumları içindeki uzantılarının tasfiyesinin oluşturduğunu kaydeden Erdoğan, “FETÖ konusunda ilan ettiğimiz OHAL çerçevesinde süratli bir takım adımlar attık, atıyoruz. Aynı süreci PKK terör örgütünün kamu kurumlarındaki destekçileri ile ilgili de yürütmeye başladık” açıklamasında bulundu.

“PKK, DAEŞ, DHKP-C VE FETÖ İTTİFAK HALİNDELER”
Terörle mücadele ve Suriye ve Irak krizlerinin bir parçası olarak ortaya çıkan sınır güvenliğinin sağlanması hususlarının altını çizen Erdoğan, bunların birbirleri ile iç içe girmiş sorunlar olduğunu söyledi. Erdoğan, “Bilindiği gibi Türkiye 1984 yılından beri bölücü terör örgütü PKK ile mücadele ediyor. Aynı şekilde 1980 öncesi dönemin kötü bir mirası olarak günümüzde de etkinliğini sürdüren DHKP-C gibi çeşitli örgütler ciddi bir tehdit olarak varlıklarını sürdürüyor. Suriye krizi ile birlikte dinimizi istismar ederek kendini alan açmaya çalışan DAEŞ belasıyla karşı karşıya kaldık. Son olarak da 15 Temmuz’da eskiden beri ülkemize ve milletimize karşı tehdit oluşturduğunu bildiğimiz Fetullahçı Terör Örgütü’nün kanlı yüzüyle muhatap olduk. Bu terör örgütlerinin tamamı da arka planda Türkiye’ye karşı düşmanlık yapma konusunda ittifak halindedir. Bakıyorsunuz bir hücre evinde PKK’lılarla birlikte FETO’cular yakalanıyor. Gaziantep’teki son canlı bomba saldırısı başta olmak üzere pek çok eylemde DAEŞ ile PKK’nın ortak çabasını gerisinde de FETO’cuların örtülü desteğini görüyoruz. Diğer örgütler konusunda da benzer durumlar söz konusudur. Bu durum devlet olarak bizim tüm terör örgütleriyle aynı dikkatle ve hassasiyetle mücadele etmemizi zorunlu kılıyor. Hani diğer devletleri ‘iyi terörist, kötü terörist yoktur’ diye ikaz ediyoruz ya, işte ülkemizde de aynı anlayışla hareket etmemiz gerekiyor. PKK ile FETO’nun, DAEŞ ile DHKP-C’nin bizim nezdimizde bir farkı yoktur. Hepsi de ülkemizin düşmanıdır, milletimizin düşmanıdır, bayrağımızın düşmanıdır, vatanımızın düşmanıdır, devletimizin düşmanıdır. İşte bunları 15 Temmuz’dan sonra çok daha açık ve net gördük yaşadık, öyleyse hepsinin de kökünü kazıyana kadar azimle, kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz. Baştan beri söylüyorum, tek fert kalıncaya kadar şahsım için söylüyorum bu mücadeleyi sürdüreceğim. Bu can bu tende olduğu sürece bu mücadeleyi sürdüreceğim Çünkü belediye başkanlığından bu yana tanıdığım bu örgüt ne yazık ki bizlere ihanet etmiştir, vatana ihanet etmiştir. İşte 1999, ondan sonrada kaçıp gitmiştir. Bölücü terör örgütünün başı buraya teslim edilirken o da buradan malum yere gitmiştir, Pensilvanya’ya” dedi.

“17-25 ARALIK’TA GÖRDÜK AMA ANLAŞILAN O Kİ KİMSEYE MERAMIMIZI ANLATAMADIK”
15 Temmuz darbesinin Türkiye için 1960 ve 1980 darbesinden çok daha büyük bir dönüm noktası olduğunu kaydeden Erdoğan, “Çünkü bu darbe diğerlerinden farklı olarak milletimizin inanç, eğitim, hayırseverlik gibi değerlerini istismar eden, kullanan ve çarpıtan anlayışa sahip bir çetenin ürünüdür. Diğer darbelerde milletimiz karşısındaki gücün kim olduğunu, neyi amaçladığını bildikleri için gardını alma, savunma mekanizmalarını harekete geçirme imkanına sahipti. Fetullahçı Terör Örgütü ise 40 yıl boyunca yavaş yavaş milletin kanına girerek, milletin kanını emerek büyümüş ve onun inancını istismar ederek sinsice her tarafa yayılmıştır. Bilindiği gibi ülkemizde inanç değerlerimiz etrafında toplanmış insanların yürüttüğü pek çok faaliyet var. Bu grupların gerçekleştirdikleri eğitim, hayır, kültür dayanışma, irşad faaliyetleri milletimizin ilgisine mazhar olduğu gibi esasen bazı dönemler hariç devletimizi de rahatsız etmemiştir. Şimdi bunlar sebebiyle o insanlar da rahatsız olmaya, rahatsızlığın ötesinde onlarda adeta lekelenmeye, kirletilmeye başlanmıştır ve başlatılmıştır. Bu yapılar genel olarak hesabi değil hasbi çalışmalarına rağmen şimdi böyle bir kara dalga, kara bir bulut bunların üzerine gelmiştir. Allah’ın rızasını, milletin gönlünü kazanmayı hedef alan çalışmalar içerisinde olanlarla bizim bunları bir arada tutmamız mümkün değil. Burada da hassas davranmamız gerekiyor. Sadece FETO en başından itibaren tüm gücünü imkanını ve zamanını devleti ele geçirme stratejisi üzerine kurmuştur. 15 Temmuz darbe girişimine karışan subayların kıdemlerine, rütbelerine baktığımızda 1980’li 1990’lı yıllarda Türk Silahlı Kuvvetlerine sızdıklarını görüyoruz. 30 yıl boyunca çift kişilik çok kişilikli bir hayat süren, sürekli takıyye yapan, sürekli karşısındakileri aldatacak şekilde münafıkça davranan bu insanların halet-i ruhaniyelerinin sağlıklı olabilmesi zaten mümkün değildir. İşte bu hastalıklı yapının 17-25 Aralık’ta polis ve yargı içindeki mensupları, 15 Temmuz’da da Türk Silahlı Kuvvetlerimizin içindeki malum değişik bir yapıyla asker kılığındaki teröristlerle harekete geçti ve o geceyi bu millete yaşattı. 17-25 Aralık’ta biz bu yapının karanlık yüzünü tamamen gördük ama anlaşılan o ki kimseye meramımızı anlatamadık. Şahsen konuşmalarımda bunlar terör örgütüdür dedikçe karşımdakiler ne diyordu biliyor musunuz, ‘terör örgütü dediğiniz silahlı olur, kan döker, can alır’ diyorlardı. Köşe yazılarında bunları yazıyorlardı, milletimiz bizim mesajımızı aldığını gösterdi aslında. Ama pek çok kişiye bu gerçeği anlatamadığımızı biliyorum. 15 Temmuz’da bu ihanet şebekesi kan döktü, can aldı. Bunlar sıradan bir projenin ürünü değildi. Bunlar bu milletin vergileri ile beslediği, silahlandırdığı adeta bir terör örgütü olarak temayüz etti. Bizim yıllardır söylediğimiz bir gerçeği o gece kendi elleri ile tescil ettiler. FETÖ’nün gerçek niyetini zaten keşfetmiş olan milletimiz 15 Temmuz gecesi devletten çok daha hızlı, kararlı, etkili bir şekilde bu kanlı ihanet şebekesinin karşısına dikildi” diye konuştu.

“BİZİM BİLGİMİZ DIŞINDA NEREDE TÜRK, TÜRKİYE UNVANI VARSA BUNLARIN HEPSİNİ YASAKLAMAMIZ LAZIM”
Türkiye’nin bilgisi dışında Türk ya da Türkiye unvanı kullanımının yasaklanması gerektiğini belirten Erdoğan, “Teşkilat şeması önümüze geldiğinde bu kişi sadece Türkiye’yi ele geçirme hesabı içinde olan bir meczup değil, bir terörist başı değil. Bakıyorsun ki en tepe noktaya geliyor, orada kainatın imamı olarak geçiyor. Mısır gazetesine yaptığı röportajında ‘Şuanda 170 ülkede eğitim çalışmalarını yapıyoruz’ diyor, kılıf bu. Bu ne demektir, ‘biz 170 ülkede o ülkeyi geçirmenin gayreti içindeyiz’ demektir. O okullarında ülkelerinden devlet başkanından hükümet başkanına en ileri gelen kişilerin çocuklarını yetiştiriyorlar. O çocuklar yarın o ülkede en üst düzeyde yönetici olacak, politikaya girecek. Birçok yerde onlar bu tür görevler üstlenmeye başladılar. Türk cumhuriyetlerinde bu tür aktif görevleri var. Gittiğim her yerde devlet ve hükümet başkanlarına belgelerle bunları anlatıyorum. Onlar hala beni anlamakta zorlanıyorlar. Haklı olarak ta ‘ama biz bunları buraya sokmak istemediğimiz zaman sizler bize şöyle, böyle dediniz’ diyorlar. Bu yönde haklılar. Bizde bir şey anlamıyorduk, Türk okulu, başında o yazıyor ya. Dün Bakanlar Kurulu toplantısında söyledim, bir düzenleme yapalım, Bakanlar Kurulu Kararı ile oluyorsa öyle yapacağız ya da KHK içine sokup dünyada bizim bilgimiz dışında nerede Türk, Türkiye unvanı varsa bunların hepsini yasaklamamız lazım. Hemen Dışişleri Bakanlıklarına bunları bildirelim, o ülkenin yönetimlerine bunu bildirmek suretiyle bu unvanların yasaklanmasını isteyelim. Bunun üzerinden prim yapmaya çalışıyorlar, hala bu mevcut. Kainat imamı böyle, kıtaların imamları var, ülkelerin imamları var, o ülkelerde her meslek grubunun imamları var. Silahlı Kuvvetlerin imamı var, polisin imamı var, yargının imamı var. Bunların hepsini görüyoruz. Bakıyorsunuz sanayide, ticarette birçok konuda buna göre örgütlenmeye gitmenin adımlarını atmışlar. Bütün bunlara rağmen ben milletimin ferasetine inanıyorum ve o feraset 15 Temmuz gecesi kendini ortaya çok açık, net koydu. Vatandaşımızın şehadete yürüyüşü bütün hesapları altüst etti. Bu millet büyük bir millet. Bu milletten Allah razı olsun, Rabim mekanlarını cennet etsin. Ki onlar biliyorum, peygamberlere yakın ve Peygamberimizin en yakın komşuları. O makamda taltif edilecekler, biz böyle öğrendik, böyle inandık. O tankların üzerine gidişleri, F-16’lardan kaçmayışları, Külliyenin etrafından 29 şehidimiz var, 36 yaralımız var. Burada fidanlar gitti, aslan gibi delikanlılarımız gitti. Bunun yanında yaşlı amcalarımız, hanım kardeşlerimiz de gitti. Ama onlar Allah’a, şehadete yürüdüler. Bunları bu mekanın etrafında yaşadık. İstanbul’da 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün üzerinde 39 şehit verdik. Burada Özel Harekat’ta 56 aslanımız şehit oldu. Parlamento binamız F-16’larla bombalandı. Bu kadar alçakça, haince bunu yaptılar. Ama bütün bunların karşısında 29 gün sabahlara kadar bu millet meydanlardan çekilmedi. Üzerine düşeni yapmaya devam etti. Onlar nöbete devam ettiler. Artık sıra devlet olarak, hükümet olarak, devletin şehirlerimizdeki temsilcileri olarak sizlerdedir, bizlerdedir” şeklinde konuştu.

“BİZİM SURİYE’NİN TOPRAKLARINDA ZERRE KADAR GÖZÜMÜZ YOK”
Türkiye’nin 15 darbe girişimini geride bıraktığında içeride ve dışarıda pek çok kimsenin “Bu ülkenin böylesine bir badirenin etkilerinden kurtulması yıllar sürer” şeklinde düşündüklerinin altını çizen Erdoğan, “Herkes böyle düşünüyordu, böyle bekliyordu. Ama biz darbenin üzerinden 40 gün geçmeden Suriye’de uzun süredir planladığımız Cerablus operasyonunu başlattık. Bununla kalmadık, PKK terör örgütüne sınır içinde ve dışında tarihinin en büyük operasyonlarını yürüttük, yürütüyoruz. Bazı arkadaşlar, bazı dostlar ‘niye cepheyi genişletiyoruz’ diyenler oldu. Bu işleri çok iyi bilenler televizyon ekranlarından ‘bu kadar cephe genişletilmez, bu kadar cephede bu yapılmaz’ dediler. Bir defa şuna inanmamız lazım, cephelerin genişlemesi veya daralması bütün bunların hepsi bir iman meselesidir. Bu ülkede biz askeri ile polisi ile 1 milyon insan besliyoruz. Bütün bunların yanında evvel Allah bu milletin kendisi ‘ben varım’ dedi 15 Temmuz’da. Bu millet ‘ben varım’ dediğine göre bu cephelerin hepsi çok küçüktür. Biz mücadelemizi orada da sürdüreceğiz, sabır sabır sabrettik, Gaziantep’te 56 tane insanın, bunların içinde 5-6 yaşında ve sadece genç olarak 29 kişinin şehit olduğu Gaziantep’te bu olayları yaşadıktan sonra hala birilerinden müsaade mi alacaktık, hala birilerini mi bekleyecektik? Bekleyemezdik. Bütün imkanlarımızı seferber ettik, önce Cerablus operasyonu başlayacak dedik. Önce sınırımızda, burası bu kadar rahatsız edilemez. Kilis sürekli havan topları ile topçu atışları ile rahatsız edildi. Bir yere kadar. Şuanda Cerablus’ta artık DEAŞ diye bir şey kalmadı. Onlar kaçacak biz kovalayacağız. Rai’de aynı şekilde. Orada da adımlarımızı attık, yürüyoruz. Devam edeceğiz. Nereye kadar, onu da açıklamaya gerek yok, bizim de kendimize göre planımız var. Bu plan Türkiye’nin sınırlarını güvence altına alma planıdır. Biz bir terör koridorunun oluşturulma gayretlerine ‘evet’ diyemeyiz. Hem diplomatik görüşmelerimizi yaptık, yapıyoruz hem de sınırları terör koridoru olmaktan çıkartıp, barış koridoru haline getirileceğiz. Bizim Suriye’nin topraklarında zerre kadar gözümüz yok. Biz 20 milyon kilometrekareden, 780 bin kilometrekareye kadar küçülmüş olan bir devletiz, bir milletiz. Biz tokluğu gördük. Şuanda kimsenin topraklarında gözümüz yok. Herkes de haddini bilmeli. Bu adımları atarken bu kararlılık içinde atıyoruz. Orada bizim kardeşlerimiz var. Cerablus’ta Türkmen’i ile Arap’ı ile bir zulüm yaşanıyor. Onlara yapılan bu zulmü defetmek bizim görevimizdir. Bizim topraklarımız 780 bin kilometrekare ama bizim gönül topraklarımız çok geniş. Biz o çok geniş olan gönül toprakları üzerinde oynamalıyız. Oralarda ‘gelin’ diyen insanları biz yalnız bırakamayız. Neymiş, ‘uluslararası hukukta o ülkenin hükümeti sizi çağırmazsa oraya giremezsiniz.’ Kusura bakmasınlar biz asıl o ülkenin sahipleri olan halkın davetine icabet ediyoruz” dedi.

“600 BİN İNSANI ÖLDÜREN BİR KATİLDEN Mİ İZİN ALACAĞIZ”
Suriye’de zalim bir yönetim olduğunu kaydeden Erdoğan, “Zaten o ülkenin yönetimi zalim, 600 bin insanı öldüren bir katilden mi izin alacağız. İş bu noktaya gelmeseydi Suriye çok daha farklı bir konumda olacak. O güzelim Suriye’yi bu hale getiren bu yönetim. Bunun arkasında nasıl durulur. Cerablus operasyonunun başarısı Suriye’deki tüm dengeleri altüst etti, başarı beraberinde yeni imkanları ve fırsatları da getiriyor. Türkiye’nin Suriye operasyonlarının hiç hesap edilmeyen bir şekilde başarılı yürümesi dünya kamuoyunun bölgeye bakışını da değiştirdi. Bundan sonra bölgede Türkiye’nin içinde olmadığı, Türkiye’nin rızasının alınmadığı hiçbir senaryonun devreye sokulması mümkün değildir” diye konuştu.

“AYNI SÜRECİ PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN KAMU KURUMLARINDAKİ DESTEKÇİLERİ İLE İLGİLİ DE YÜRÜTMEYE BAŞLADIK”
PKK’nın PYD’nin YPG’nin yoğunlaşan eylemlerinin bugün Suriye’de kaybettiği, yarın Irak’ta kaybedeceği kazanımlarının sancısı olduğunun açık olduğunun altını çizen Erdoğan, “Çünkü aynı sıkıntı şuanda Irak’ta da var. Bölge halkı da örgütü yalnız bıraktı. PKK gerek eleman temini noktasında gerek eylemlerine yerel destek bulma konusunda ciddi sıkıntı içindedir. Bölge halkı da artık örgütün kimlerin taşeronluğunu yaptığını, kendi evlatlarını kimler için ölüme gönderdiğini görüyor. Geçtiğimiz yılın Temmuz ayında çeşitli ilçelerimizde yaşanan hadiseler zaten bölge halkının örgüt ile arasına mesafe koymasına yol açmıştı. Şimdi de PKK’nın 15 Temmuz’da FETÖ’nun başaramadığı kan dökme işini devraldığını tüm milletimizle birlikte bölge halkı da yakından takip ediyor. Darbe girişimi gecesi bölgedeki pek çok şehrimizde vatandaşlarımızın Türk bayrakları ile sokaklara dökülmesi, demokrasi nöbetlerine yoğun ve samimi katılım sağlaması bu durumu gösteriyor. Ben şuanda dünyaya bir daha sesleniyorum, benim milletim F-16’larla bomba yağdırılırken, helikopterlerle taranırken, tanklar üzerine gelirken onlar elinde silahla yürümediler. Onların elinde tek silah vardı, o da bayrağıydı. Bir diğer silahı da imanıydı. Bu neticeye böyle ulaştık. İnşallah PKK ve intisaklı kuruluşlarının devirlerinin kapanmaya doğru gittiği bir dönemdeyiz. Terörle mücadelede verdiğimiz her şehidimiz yüreğimizde açılan bir yaradır. Şunu da biliyoruz ki, bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Eğer uğrunda ölen yoksa kuru bir tarladır. Vatan olması için uğrunda ölenlerin olması lazım. Şehit kanları ile yoğrulması lazım. Gerek FETÖ, gerekse PKK terör örgütü ile mücadelenin önemli bir boyutunu da bunların kamu görevlileri içindeki uzantılarının tasfiyesi oluşturuyor. FETÖ konusunda ilan ettiğimiz OHAL çerçevesinde süratli bir takım adımlar attık, atıyoruz. Aynı süreci PKK terör örgütünün kamu kurumlarındaki destekçileri ile ilgili de yürütmeye başladık. Sizlerden ricam bulunduğunuz illerde bu konuda kararlı ve dikkatli çalışmalar yapmanızdır. Benim tavsiyem, sizlerden memurları açığa alma noktasında bir yarışa girmenizi istemiyorum, sadece adil davranmanızı istiyorum. Çünkü bizim değerlerimizde zulüm yoktur, adil davranalım, zulmedenleri yerinden alalım. Çünkü onları yerinden almaktır zaten adil davranmak. Almazsak zulme devam olur. Tek bir terör örgütü mensubunun devlet içinde kalmasına, tek bir mazlumun zarar görmesine izin vermeyecek bir hassasiyetle çalışmalarınızı yürütmek mecburiyetindesiniz. Devlet içinde bıraktığınız her bir terör örgütü mensubundan dolayı özensizlikten dolayı zarar gören her bir mazlumdan dolayı da çok büyük bir vebal altında kalacağınızı bilmelisiniz. Devletin devlet gibi davranmadığı yerde meydan terör örgütü mensuplarına kalır. Meydanı boş bırakmayacağız. ‘Şu milletvekilleri şu bakanlar şöyle diyor’, katiyen, eğer bu tür sıkıştırmalar varsa İçişleri Bakanımız burada, görüşün, Başbakanımız, ben 24 saat telefonlarım açıktır, görüşürsünüz veya atlar gelirsiniz. Benim telefonumun saati yoktur, 24 saat telefonum açıktır. Bunu bilmenizi istiyorum. Aynı şeyi de sizden istiyorum. Ben bir valiyi aradığım zaman, gece 01.00, 02.00, 03.00’de ararım, belki aranızda aradığım vali vardır. ‘bu saatte aranır mı?’ bunu hiçbir valimiz diyemez, Valinin görevi sabah 09.00 akşam 18.00 değil, 24 saat. Bu anlayışla çalıştığımız zaman bu devlet devlet olur. Aksi taktirde biz bir kabile olarak yaşamaya devam ederiz. ‘Biz bir kabile devletinden buralara geldik’ diyenler var ama ben onu katılmıyorum, biz devlet doğduk, devlet olarak büyüdük, bugünlere öyle geldik. Sizler devletin devlet gibi işlemesinden sorumlusunuz. Birilerinin aklına devlet deyince hala o eski alışkanlıklar, eski görüntüler geliyor olabilir. Halbuki Türkiye ceberrut devlet anlayışından ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ anlayışına geçeli çok oldu. En başta valilerimiz olmak üzere devleti temsil eden tüm görevlilerin bu anlayışla çalıştığına inanıyorum. Terör örgütleri ile mücadelemizi kararlı, tavizsiz, kesintisiz ve aynı zamanda hakka, hukuka ve adalete riayet ederek sürdürmek durumundayız. Eğer en başta siz bu hassasiyeti göstermezseniz aşağıya doğru hiçbir kamu görevlisinden bunu bekleyemezsiniz” şeklinde konuştu.

“VATANDAŞLARIMDAN BAZI ŞİKAYETLER ALIYORUM”
Erdoğan, valilerden yeni Türkiye’nin inşasına daha çok katkı sağlamalarını beklediğini ve sadece terör örgütleri ile daha iyi mücadele ederek değil, bununla birlikte vatandaşlara daha çok hizmet ederek, yatırım yaparak, gönül kazanarak kutlu mücadeledeki yerlerini almalarını istedi. Erdoğan, “Zaman zaman vatandaşlarımdan bazı şikayetler alıyorum. Diyorlar ki ‘valimiz bize çok yukarıdan bakıyor, alçak gönüllü değil, ulaşmakta çok zorlanıyoruz.’ Bu şikayetlere yakışan valimizin olduğunu zannetmiyorum ama demek ki bir sıkıntı var veya olmuş. Bundan dolayı bu şikayet ta bana kadar gittiğim illerde bana gelebiliyor. Tevazuda toprak gibi olmalıyız, hepiniz adeta bu konuda birer Mevlevi gibi davranın, toprak gibi olun, mütevazi olun. Asla bu konuda taviz vermeyin. Biz bu millete efendi olmaya gelmedik, Gazi öyle diyor ya ‘efendi olmaya değil, hizmetkar olmaya geldik.’ Biz hizmetkar olmanın tadına ulaşalım. Bu millet emri hak vaki olduğu zaman ‘bizim öyle bir valimiz vardı ki tam bir görül ehliydi, onda gurur, kibir yoktu. Tevazu ehliydi, zamanı gelir bakarsın kamyonun şoför mahalline oturmuş fakir fukaraya kömür dağıtır, zaman gelir sosyal devletle ilgili bütün çuvalları doldurmuş yanına gelmiş fakir fukaraya erzak dağıtır.’ Bunu çok fazlasıyla duymamız lazım, buna ihtiyacımız var, buna muhtacız. Biz vatandaşımızdan ‘çok gururlu, kibirli’ denilmesini istemiyoruz. Çünkü bizim medeniyetimiz bunu gerektiriyor. Buna çok ihtiyacımız var” açıklamasında bulundu.
(İHA)

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
banner287