HDP’lilerin tutuklanması, Batı’nın çifte standardı...
Tarayıcınız HTML 5 videolarını desteklemiyor.
Avrupa Birliği (AB) Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, HDP’li milletvekillerinin tutuklanması konusunda gelen eleştirilere cevap verdi, terör örgütü PKK’ya gösterdikleri müsamaha dolayısıyla Batı dünyasını eleştirdi.AB Bakanı ve...
AB Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik, AB Büyükelçileri ile gerçekleştirdiği toplantının ardından bir basın toplantısı düzenledi. Bakan Çelik, toplantıda yaptığı konuşmada "Avrupa liderlerinin Türkiye’ye gelmesi Charlie Hebdo saldırısından sonra Paris’te verilen dayanışma gösterisi gibi bütün dünyaya ’Avrupa ülkesinde Avrupa demokrasisine karşı yapılmış bu darbe girişiminin karşısındayız’ demesi şeklinde kimliğiyle güçlü mesaj vermesini ben şahsen beklerdim. Böyle bir mesaj verilseydi bu hem bugün bu darbe konusundaki eleştirilerin ortadan kalkmasına yol açacaktı, darbe girişimi karşısında verilerin desteğin zayıf olmasına dair eleştirilerin kalkmasına yol açacaktı hem de Avrupa’daki aşırı sağdan yabancı düşmanlığına bizim bölgemizde güney sınırlarımızdaki bir takım etnik grupların, mezhepçi grupların çatışma senaryolarına karşı güçlü bir demokrasi mesajı olacaktı. Maalesef bu fırsat ıskalanmıştır. Ama üzücü olan şudur; bir millet topyekün kendi demokrasisini, ülkesini korumak için sokaklara çıkmış, şehitler vermişken Avrupa’daki bazı dostlarımızın güçlü desteklerinin yanı sıra bazılarının da eleştiri yapmayı sürdürmesi bir cümleyle Türkiye’nin yanında olduğunu söylerken dokuz cümleyle Türkiye’ye eleştiri yöneltmesidir. Bu kabul edilemez bir durumdur. Türkiye AB ilişkileri stratejik bir ilişkidir. Türkiye AB ilişkilerinin pozitif ajandayla ilerlemesi lazım ve güçlü köprülerin kurulması lazım. Bunun yerine katılım müzakerelerinde ilerleme sağlanmazken, sürekli olarak Türkiye’nin eleştirilmesi ve Türkiye’nin AB ile paylaştığımız demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti gibi değerlere bağlılığının sorgulanması doğru siyaset tarzı değildir" ifadelerini kullandı.
"SÜREKLİ OLARAK TÜRKİYE HAKKINDA KONUŞMAK BİR AVRUPA KURUMU SİYASETİ OLMAMALIDIR"
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in söylediği bir sözü hatırlatan Bakan Çelik, "Sayın Merkel’in söylediği bir şey vardır, ‘Birbirimizle hakkında konuşmayalım. Birbirimizle konuşalım’ diye. Sürekli olarak Türkiye hakkında konuşmak bir Avrupa kurumu siyaseti olmamalıdır. Türkiye ile konuşulacak konular varsa katılım müzakereleri çerçevesinde ve güçlü platformlarda biz her zaman özgüven içerisinde bunları konuşmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. Son olarak bu yapılan açıklamalarda AB Büyükelçilerinin olağanüstü toplantıya davet edilmesi gibi hususların doğru yaklaşımlar olmadığını ifade ettim. Eğer olağanüstü toplantıya davet edilecekse bu Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı terör saldırıları sonrasında yapılmalıdır. Türkiye ile dayanışma içinde olunmalıdır. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ertesi gün TBMM açıldığında, bütün AB Büyükelçileri dayanışma içinde olarak TBMM’de bulundular. Bu tip anlamlı tavırları not ediyoruz. Bizim esas baktığımız yer Türkiye AB ilişkilerinin anlamlı biçimde yürümesidir. Bunun yerine yazılan açıklamalarda bazı milletvekilleriyle olan ilişkilerin bile kişiselleştirilerek Türkiye’ye karşı haksız yaklaşımlar üretilmesini kabul etmeyiz" şeklinde konuştu.
"BÖYLE BİR ALAN İÇERİSİNDE SİVİL SİYASET YAŞAYAMAZ"
Türkiye’de dokunulmazlığın belli milletvekillerine özel olarak kaldırılmadığını vurgulayan Çelik, şunları kaydetti:
"Meclisin tamamına dönük bir düzenleme olarak Meclisin mutabakatıyla ortaya çıktı. Ama bunun sonucunda herkesin şuna dikkat etmesi gerekir. Milletvekillinin işi meşru bir alan içerisinde toplumsal talepleri siyasi temsile çevirmektir. Toplumun talebini siyasi temsile çevirmektir. O sebeple biz mecliste çoğulculuğun olmasına mecliste çeşitli partilerin bulunmasına kıymet veriyoruz. Siyasi partiler milletvekillerinin mülkünde değildir. Siyasi partilerin mülkiyeti halktadır. Halk o partileri kurmuşsa o partilere saygı duymak zorundayız. Halkın oy verdiği herkese saygı duymak zorundayız. Ama bir milletvekili seçildikten sonra, eğer terör örgütünü himaye eden, terör faaliyetlerine katılan bir tutum içine giriyorsa hiçbir şekilde şu eleştiriyi kabul etmeyiz. Seçilmişlere dokunulamaz. Seçilmişlere kanunlar çerçevesinde hareket ettiği, demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti gibi alanlar içerisinde kaldığı sürece tabi ki dokunulmamalıdır. Ama bunun yerine bir seçilmiş, halkın oyunu alarak seçildikten sonra o halkın ihtiyaçları için siyaset yapmak yerine, halkın toplumsal taleplerini siyasi temsile çevirmek yerine terör örgütünün temsilcisi gibi davranmaya çalışıyorsa bu durumda oy aldığı kesime karşı sorumluluğunu yerine getirmiyor demektir. Sorumluluğu başka mekanizmalar vasıtasıyla sabote ediyor demektir. Burada konuştuğumuz herhangi bir mesele değildir. Biz ayaklanma çağrısı yapanlardan, belediyelere kendi öz savunma güçlerini milis güçlerini kurma çağrısı yapanlardan ve güvenlik güçlerinin PKK terör örgütüne karşı yürüttüğü mücadele sırasında ele geçirmeye çalıştığı o terör örgütü liderlerini kurtarmak üzere yürüyüş yapmaya çalışan, o bölgeleri kuşatmaya çalışanlardan bahsediyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde önce seçilmişler anayasal yetkilere, kurumlara saygı göstermelidir. Meclisteki diğer iki partinin genel başkanları dahil ifade vermeye gidecekler, üç büyük partinin bütün milletvekilleri mahkeme çağrısına uyarak ifade verecekler ama bir tane partide bazı milletvekilleri ‘biz yargı kurumlarını tanımıyoruz’ diyecekler. Böyle bir alan içerisinde sivil siyaset yaşayamaz."
"BUNA KARŞI ÇIKMASI GEREKEN İLK OLARAK HDP İDİ"
"Sivil siyasete geçmişten beri darbelerin engel olduğunu, sivil siyaseti darbelerin sakatladığını söylüyoruz" diyen Çelik, "Ama şimdi sivil siyaseti darbelerde sakatlamasın ama terör örgütlerinin sakatlamasına da müsaade etmemeliyiz. Şimdi AB açıklamalarında bütün bunlara rağmen siyasi çözüm çağrısı yapılıyor. Bizim yakın coğrafyamız da dahil olmak üzere en güçlü bir şekilde bu güvenlik meseleleriyle, kimlik meselelerinin iç içe geçtiği konularda, bir çözüm modeli olarak ortaya koyulmuş süreç milli birlik kardeşlik projesi dediğimiz çözüm süreci dediğimiz milli birlik projesi olarak adlandırdığımız süreçtir. Bu süreçte kimlik konularına dönük yasakların tümüyle ortadan kaldırılması için buna karşınsa güvenlik konuları söz konusu olduğunda terör örgütlerine silah bıraktırılması için çok güçlü bir süreç yürütülmüştür. Bir yandan kimlik meseleleri bahane edilerek güvenlikçi politikalara yönelinmemiştir. Güvenlik politikaları söz konusu olduğunda da hiçbir şekilde kimlikler konusunda baskıcı yaklaşım sergilenmemiştir. Hem kimlik meselelerine dönük yasakların kalkması konusunda yüksek irade ortaya konulmuştur hem de Türkiye’nin yasadışı silahlı unsurlardan arınması için son derece kapsamlı bir çaba yürütülmüştür. Ama Türkiye’yi terk etmesi gereken bu silahlı unsurlar Türkiye’yi terk etmemiştir. Buna karşı çıkması gereken ilk olarak HDP idi. Çünkü bir siyasi partinin varlık sebebi siyaset alanını, sivil siyaseti tahkim etmektir. Darbe terör ya da buna benzer sivil siyasete dışarıdan yapılan hiçbir müdahaleyi kabul etmemektir. Bunun yerine çıkıp da terör örgütünden daha ileri dil kullanarak, ‘hendekler bizim kazanımımızdır’ gibisinden bir yaklaşımla faaliyet yürütülmesi, sırtımızı DHKP-C’ye PKK’ya dayadık gibi bir yaklaşım üretilmesi AB’nin terör örgütünün listesinde olmasına rağmen PKK biz PKK’yı terör örgütü tanımıyoruz diye faaliyet yürütülmesi, bir milletvekilininin PKK’ya erzak götüren araç içinde yakalanması, teröristin cenazesine katılması, bir milletvekilinin şehit olan bir polisten bahsederken bertaraf edildi diye tweetler atması bunların hepsi terör faaliyetidir. Terörün hoş görülmesi, sempati gösterilmesi gibi bir şey söz konusu olmaz" açıklamasında bulundu.
"HİÇBİR AVRUPA PARLAMENTOSUNDA TBMM’DE KONUŞULAN KONULAR KADAR İLERİ KONULAR KONUŞULMUYOR"
Görevi gereği Avrupa’daki tüm tartışmaları takip ettiğini anlatan Bakan Çelik, "Hiçbir Avrupa Parlamentosunda TBMM’de konuşulan konular kadar ileri konular konuşulmuyor. TBMM’de kullanılan söylemler kadar ileri söylemler kullanılmıyor. Ama orası TBMM’dir, herkes hür şekilde kürsüyü kullanmaktadır. Bazen kanun maddesine geçilemiyor gündem yüzünden bu konular tartışılıyor saatlerce, çok ileri sözler bile anlayışla karşılanıyor. Özgüvenle çıkılıyor cevap veriliyor. Pek çok Avrupa ülkesinde bu söylemlere müsaade bile edilmez. Bu kadar siyasal katılım yolları açıkken, hala teröre başvurulması söz konusu olamaz. Bu terör faaliyetlerini meşrulaştırmak için konuşanlar, Türkiye’de siyasal katılım yolları kapalı olduğu için teröre kayma olur deniliyordu aslında bu argümanda kendi başına doğru değildir. Hiçbir zaman bir yanlışlık bir başka yanlışlığın meşrulaştırıcısı olamaz. Bir haksızlık başka haksızlığın, bir batıl başka batılın haklılaştırıcısı olamaz. Bir şey yanlışsa onun tersi de yanlıştır. Ama buna rağmen diyelim ki bu argümanı kullanıyorlar. Bu argümanın kullanılmasına rağmen bugün kim siyasal katılım yollarının kapalı olduğu söyleyebilir. Deniliyor ki, milletvekilleri tutuklanıyor. Milletvekilleri tutuklanmıyor, bir kişinin milletvekili seçildikten sonra terör faaliyeti yapması hususunda bir serbestiye var diye bir ilke yoktur. Burada terör propagandası yapan, teröre destek veren ve ifade çağrılmaya gitmeyenler hakkında bir işlem yapılıyor. Nitekim çoğunun dosyasına bakıldı bir kısmı da serbest bırakıldı" değerlendirmesinde bulundu.
"DOKUNULMAZLIK ZIRHI, TERÖR SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA SÖZ KONUSU DEĞİLDİR"
Bakan Çelik, konuşmasına şöyle devam etti:
"Eğer burada bir partiye dönük bir tavır söz konusu olsaydı, o zaman biz parti kapatmalara karşı bir parti olmazdık. Biz ’parti kapatmalara karşıyız’ dedik. Üstelik o Anayasa değişikliğini yaparken de parti kapatmaları tümden ortadan kaldıracak düzenlemeye HDP destek vermedi. Biz partilerin halkın mülkiyetinde olduğunu düşünüyoruz. Kurucusu ve sahibi halktır. Partiler yaşamalıdır ama hiç kimse, ben bu partiden milletvekili seçildim, dokunulmazlık zırhına girdim diye bu terör faaliyetinin arkasına saklanmamalıdır. Dokunulmazlık zırhı, terör söz konusu olduğunda söz konusu değildir. Terör faaliyeti yaptığı zaman birisine dokunulduğu zaman, onun siyasi katılım yolları kapalı diye hiç kimse ifade edemez. Siyasal katılım yollarının en büyük tehdidi terördür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İspanya Yüksek Mahkemesinin Batasuna Partisi hakkında verdiği kararı onaylamıştır. Dünyanın hiçbir yerinde milletvekillerinin tutuklanması, milletvekillerinin gözaltına alınması hoş bir durum değildir. Ama bir milletvekili, halkın iradesine saygı göstermiyorsa, halkın ona verdiği görev yerine, meşruiyet içerisinde hareket etmek yerine, halktan aldığı iradeyi başkalarına teslim ediyorsa, halkın iradesini terör örgütlerinin gasp etmesine aracı ve köprü oluyorsa bu durumda hiçbir şekilde siyasi katılım yollarından bahsedilerek bu kişilerin cezalandırılmasının önüne geçilmesi şeklinde bir argüman ileri sürülemez. Nasıl ki darbe sivil siyasetin düşmanıysa, sivil siyasete dışarıdan hiçbir müdahale kabul edilemezse, ne yargı darbeleri ne askeri darbeler sivil siyaset için meşru değilse, bundan çok daha tehlikeli teröre bulaşmış bir siyaset anlayışıdır. Böyle bir siyaset anlayışı meşru bir anlayış değildir, demokratik bir anlayış değildir. AB içerisinde 2004-2009 tarihleri arasında 44 milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması talep edilmişken 24’ünün dokunulmazlığının kaldırılmasına kadar bütün dünya bize bir şey söylüyor. Mecliste siyasal katılım yolları açıktır. Parlamento dokunulmazlığı vardır, parlamenterin dokunulmazlığı değildir. Parlamentere dokunulmazlık, parlamentoya dokunulmasın diye verilmiştir. Birisi halk adına verilen bu yetkiyi, halkın düşmanı olan terör örgütlerini himaye etmek için, onlarla iş birliği yapmak için kullanırsa bu kabul edilemez. Bizim bütün bu tablo içerisinde AB ile paylaştığımız bu ortak değerler, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti değerlerini korumaktan başka bir amacımız yoktur. Bizim hükümetlerimiz her zaman reform hükümeti olmuştur. Bizim dönemimizde AB tam üyelik müzakereleri başlamıştır ve AB tam üyelik perspektifi bir devlet politikası haline gelmiştir. Bugün de yükselen Türkiye karşıtlığı aslında Türkiye ile ilgili bir mesele değil. Her ülke kendi iç siyasetinde bunu kullandığı için AB değerlerini yok ediyorlar. Cumhurbaşkanımıza dönük ‘Erdoğan karşıtlığı’ olarak adlandırdığım şeyin altında da Türkiye karşıtlığı var. Onun altında İslamafobiya var. Mantıklı bir şekilde, resmi platformlarda oturup konuşmamız lazım. Türkiye-AB ilişkileri stratejik ilişkilerdir. Türkiye’yi böyle dünyadan kopmuş, evrensel değerler ile kavga eden bir devlet gibi göstermek, sadece ve sadece Türkiye düşmanlarının yürüttüğü bir faaliyettir."
"AB ARTIK PKK KONUSUNDAKİ ÇEŞİTLİ KURUMLARIN ÇİFTE STANDARTLARINA BİR DÜZEN GETİRMELİDİR"
Türkiye-AB ilişkileri açısından çok kırılgan bir dönemde olunduğuna dikkat çeken Çelik, "AB artık PKK konusundaki çeşitli kurumların çifte standartlarına bir düzen getirmelidir. Belçika’daki bir mahkemenin, PKK’yı terör örgütü olarak tanımayan kararı doğrudan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine saldırıdır. Bu Türkiye meselesi değil artık. PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmeyen, üstelikte ‘çatışma ortamında terör örgütünden bahsedilemez’ denilen bir mahkeme kararı, meşru devletler ile BM üyesi bir devletle, terör örgütünü eşit saymaktadır. Bu Avrupa İnsan Hakları sözleşmesine, Birleşmiş Milletler şartına ve hepimizin altında imzası olan bütün uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Bu asla kabul edilemez. AB tarafından yapılan açıklamada kişiselleştirme var. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın adları geçirilerek, güvenilir kişiler olduklarından bahseden, kendi kişiselleştirmeler ile ilgili bir ifadeye yer veriliyor. Biz kimsenin Türkiye’deki hangi parlamenter ile görüşeceği ile ilgilenmiyoruz. İstedikleri kimse ile görüşür, istedikleri kimse ile basın toplantısı yaparlar. Ama siz bir Avrupa kurumunun temsilcisi olarak kürsüye çıkıyorsanız ve yanınızda bir TBMM’den parlamenter varsa, siz konuşurken o yanınızdaki tutup da, ‘PKK terör örgütü değildir, PKK’nın yaptığı terör faaliyeti değildir’ diyorsa ve siz uyarılmanıza rağmen bu basın toplantısı serisini büyük bir iştahla sürdürüyorsanız, o zaman sizin terör konusunda bir çifte standardınız var demektir. Bunun, DEAŞ’ı savunan birisi ile basın toplantısı yapmaktan bir farkı yoktur" ifadelerini kullandı.
(İHA)